bu da başımıza gelecekti demek...
sinemaların haftaiçi erken seanslarını ziyaret etmek uzun zamandır düşündüğüm birşeydi. bu saatlerde gelen insanların ilginç hayali durumlara beni sevketmesinin yanı sıra, bizim hanımın "kapalı alanlar ve egzibisyonizm" adlı doktora tezinin alan çalışmalarının hiç olmazsa öznel deneyim tarafını aradan çıkarmayı umuyorduk. salonda kimsecikler yoktu, yaşlı iki bayan, bir-iki çocuktan ibaretti. filmin bol gürültülü olması işimize gelecekti. en arka sıraya oturmaya davranacakken, makinistin dev camdan bizi görebileceğini bizim hanımın hatırlatmasıyla, bir alt sırada sağcanak koltuklara oturduk. tam yalnızlığını tadını çıkaracağımıza dair öngörülerde bulunuyorduk ki arka sıraya, tam da bizim vazgeçtiğimiz yere, gencecik şuh giyinmiş bir hanımkız, yanında kısa boylu, zakariyas modeli saçlı bir delikanlıyla oturdu. kötü talihimize lanetler okuyarak, dikkatimizi filme yönelttik.
filmin ikinci yarısının ortaların doğru yukarıdan koluma birşey damladığını hissettim. hanıma sordum, pek oralı olmadı. klima suyudur diye konuyu kendimce kapattım.
çıkışta kolumun üzerindeki lekeyi farketmem için bol ışıltılı bir yere oturmamız gerekti. hanıma bu kez, kendimin cevabından emin olduğum soruyu sordum:
-bu ne?
hanım dikkatle baktı, biraz dokundu, kıvamını hissedince,
-sümük, dedi.
ancak yanılıyordu.
koluma damlamış olan kıvamlı köpüksü maddenin zakariyas modeli daçlı delikanlının ersuyu olduğundan yüzdeyüz emindim. ani bir tiksintiyle kalktım.
hanım gülüyordu:
-bu sana bir mesaj olmasın bey? dedi.
bir cevap vermeden lavaboya yollandım. yolda, "boynuz kulağı geçermiş" diye düşünüyor, delikanlının locistik başarısına gıpta etmekten kendimi alamıyordum. hanımın doktora tezi böylesine bir şahitlikle mutlaka zenginleşecekti.
Saturday, June 25, 2005
Subscribe to:
Posts (Atom)